İzlerini tüllerine diken kadın
Bir piyano namlusuna asılı
Yıldızını içinde taşıyan çiçek
Hep yolunda gizlenen derdin
Seni söyler uzaktan duyarım
İçinden konuşur gibi yağan kar
Kendi ayazında üşüyen gece
Tüm kapılar gidemediği yerlere açılır
Uzun bir sokaktır, ince bir ezgi
Dar geçitler, yüksek ökçeli evleriyle
Şu yakamoz kırığı İstanbul’u
Bir ben gibi taşır teninde
Aster,
Uyurken suçluluğunu gizlersin
Memelerin teninden sökülür de gelir
Güneşin terkisinde isyana karışır
Beyaz şarabın dökülüşüne özenir
Soluğunu giyinirim ipeklenmiş soluğunu
Yüzünün haritasında kaybolurken parmaklarım
Uzanır derin bir nefesle boynundan öperim
Savaştan kaçan bir çocuğun mavzeri olur sevişmelerin
Tam şurada öpmüştüm
Bir hüznü selamlayıp üç kez öpmüştüm
Bir yolculuk gelmişti
Uyanıp üç kez daha öpmüştüm
Dudaklarım esaret devrimiydi
Kalktığım yerdeydi titreyişin
Karanlıklar yaratmıştım gözlerine
Sen erkenden uyumuştun
Evini yakarak gelmişti bir serçe
Gözlerin açık uyumuştun
Şehir ellerinden tutmuş
Duvarlar rengini giyinmişti
Daha çok geceydi