Dünyanın Görmediğim Kadınları İçin

Dünyanın görmediğim kadınları için
Bir sigara daha yaktım, bir dal incittim
Görmediğim kentleri için
Eskiye dair hatırlayacaklarımı yazdım
Bütün güzel kadınların siyah saçları vardı,
Yaşlı adamın intihar ettiği yerden başladım
Esrik bir Nisan sabahı hiç beklenmeyen yerden.
Ve sizleri hatırladım
Şaşırmış mıydınız, sizleri hatırladım.
Üstünüzü örttüm
Üşümüştünüz.
Ürkekti bakışlarınız, emin değildiniz
Korkuyordunuz belli ki
Anlayamıyordunuz
Kesinlikle anlayamıyordunuz
Kötü davranmışlardı size
Kötü davranacaklardı size
Anneniz yanağınızdan bir kere öpmüştü
Sizleri hatırladım.
Sizi ben de ne diye sevecektim ki
Daha vardı
Zamanınız gelecekti
Eni konu bir keşkeydi hayatınız
İşe yaramaz bir Nisan yağmurunda
İntihar eden yaşlı adam kadar keşke.
Çirkindiniz, arkadaşlarınız da.

Bir kara parçasıdır yaşlı adamın bu ölümü;
Hiçten parça parça..
Üstümde yine aynı ceket vardı
Yine aynı sararmış fotoğraf cebimde
Yine aynı dişlerim, parmaklarım
Aynı gözlerim vardı
– Sizi ilk kez gören bu gözlerim –
Yine uyuyordum
Hiçten parça parça, en çok da gölgesi…

Benzi solmuş aynalara
Hayatını anlattı yaşlı adam
– Aynalar mıydı tek onunla yaşlanan –
Donuk yeşil paltosu – ona benzeyen –
Bin dokuz yüz otuz dokuz yılında
Savaş çıkacaktı belki de – yine bir ayna söylemişti –
Paltosu ve kimbilir nerede bir ayna,
Hiç evlenmedi yaşlı adam.

Bir sigara daha yaktım
Yaşlı adamın
Dünyanın görmediği kadınları için
– Dünyanın görmediğim kadınları için başka başkadır herkese, durağan –
Yakmasa mıydım?
Öyle ya belki de yakmasa mıydım;
Ama ne farkımız kalırdı o zaman
İlkel dağ tanrılarından
Ağaca yeşil ol, rüzgara es diyen.
Ölmek çok uzaktaydı o zaman.

Yağmurda ıslanan bir köpekten korkmuştu yaşlı adam
Kimbilir nerede şimdi bir ayna
Anneniz ve siz
Ağlıyordunuz
Hüngür hüngür ağlıyordunuz
Kendinizden geçmiştiniz; çığlık çığlığa
Hakim olamıyordunuz kendinize
Duramıyor daha da ağlıyordunuz
Gözyaşlarına boğulmuştunuz
Devamlı ağlıyordunuz
Her aynanın ayrı bir hikayesi vardı
Her Eski bir mektubun
Ağlıyordunuz.

Genç, diri ve de çok güzel
Hem de şiirler yazan o kızın
Bin dokuz yüz otuz dokuz yazında
İntiharından ödünç aldığı
Nefesini üfledi aynaya,
Taşlar dokunulmayı beklerdi bir sonbaharın ardında
Bütün güzel kadınların siyah saçları gibi.
Hiç evlenmedi o yaşlı o adam.

O zamanlar çoğu insan küçüktü; hatırlamazlar,
Tarsus semalarında
Gece gündüze son mavinin eşiğinde
Herkesin bir annesi ağlardı.
Hele ki gün ışısın
Anneleri ağlar, onlar şiir yazardı
Tarsus semalarında
Bir gün daha biterdi böylece bir gün daha
Ve sizleri hatırladım ben yine.
Annelerinin bile hatırlamadığı sizleri
Bir papatya tutan elleri belki de sizleri
Çaresiz miydiniz
Kırbaç kırbaç bakışları sizleri…

Zamanlar oldu, çeşitli, çok, uzun
Büyütüldük, aksine uzun sürdü çocukluğumuz.
Greta Garbo’yu öpmüş müydü yaşlı adam
Belki de sadece kendi halinde bir müfettiş
Hala tam bilemedik tanrıyı, büyümüştük.
– siz değil ama, sizler çirkin –
– sizler annesinin bile özlemediği çocuklar –
Geniş zamanla geçmiş zaman arasına sıkıştık.
Korkak olduk, yorgun olduk
İlkel değildik, tanrı hiç, büyüyememiştik
Yalnız bir camiinin hüznü yeşerdi içimizde.
Yerleşti, anlayamıyorduk,
Aradık, bulamadık.
Aradık, bulamadık.
Aradık, bulamadık.
Bulamadık.